19 Ekim 2008 Pazar

ödev hatırası

Wireless Communication Networks dersinin 2. ödevi verilmiştir. Normalde ödevleri yapabilen arkadaşlarda bir çözüm yoktur henüz, sonra bu sitede kayıtlı olmayan bir telekomcu ödevin tüm sorularının çözümlerini bulur ve Çağrı'ya yollar. İşte her şey böyle başlar:)

Hep böyle olmadı mı bir çoğumuz için? Ödev verilir son geceye kadar bir şey yoktur elde, son gece internette dolaşan çözümler...

Sanırım birinci sınıftaki her hafta verilen fizik ödevlerinden beri bu böyle devam edip gidiyor benim ve belki pek çoğumuz için

İşte bu durumun acı bir sonucu ise gelen çözümlerden bir şey anlamamak ve anlamaya çalışmaktan pes etmiş yorgun gözlerle gelen çözümü kağıda yazmaya başlamaktır...

Ben de ekranda ödevin çözümleriyle, bana ödevin gelmesini sağlayan yüce haberleşme programı windows messenger iletime yazarım: "elimde çözümler... ben anlamaz, bakar bakar, haberleşmedeki ağı takdir eder ve çözümleri geçirir" yazar ve bu anıyı telekom blogumuza kaydederim :)

14 Ekim 2008 Salı

cebit hatırası

Merhabalar,

Geçtiğimiz cumartesi günü, bir cebit macerası daha yaşadık. Geçen seneden dersini almayan ben, ve geçen seni bu dersi hiç almamış ozan ve ahmet'le, cebit'e gitmeye kalkıştık.

Geçen sene cebit'e gidip, o çileyi çekip pişman olan güruh ise, zaten bu sene hiç kalkışmadı bu işe. Benim aklım nerdeyse artık, kalktım gittim.

Çok uzatmaya bile gerek yok, çoğu kişi tahmin ediyor hikayeyi. Cebit'e gitmeye karar veren 3 genç, oldukça geç bir saatte uyanır. 2 gibi evden çıkarlar. Gitmek istedikleri yere giden otobüsün kalkış yeri hakkında bildikleri ise, "viyadük altı" adresinden ibarettir. Gençler tekrar kalkarlar, taksim'e. Bir şans otobüsü bulurlar, bir şans binerler, bir tanesi totoyu bir yere koyabilir, diğerleri ayakta.

Yol 1 saat 45 dakika sürer. Yani lüleburgaz yolundan 15 dakika kısa. Yaratıcı otobüs şoförü, yolu kalabalık bulduğu için alakasız ara yollardan gidip, cebit'in girişi yerine, gençleri cebit'in arka tarafına bırakır, diğer 100 kişiyle birlikte. O kadar insan, dakikalarca Tüyap'ın etrafından yürüyerek ön kapıya ilerler.

Ancaak, acıkan gençler, bir daha kimsenin yakalayamayacağı bir fırsatı değerlendirirler, beylikdüzü'nde kebap yemek. Öyle herkese nasip olmaz.

Gençler fuara girerler. Dakikalarca elle tutulur hiç bir şey bulamadıktan, mankenler ve kontor dağıtan gsm operatörlerinin arasında boğulduktan, eşantiyon yağmuruna koşan insanların altında ezilmekten kurtulduktan, ve muhtemelen hayatlarında ilk defa mini etekli bir kız gördükleri için bilmem kaç buçuk megapiksel kameralı cep telefonlarıyla manken/hostesleri çeken insan yığınından sıyrıldıktan sonra çareyi dışarda soluklanmakta bulurlar.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, son otobüse kalırlar. Çok fazla detaya gerek yok, akşam trafiğinde 2 saatte taksim'e dönerler.

Gün sonunda elde edilen, 4 saatlik otobüs yolculuğu, sıfır eşantiyon, bol yorgunluk, az pişmanlık, oldukça hayalkırıklığı ve tadında derslerdir.

Arkasından doğruca yatağa gidilir.

Bir daha Cebit'e gitmemek üzere, kontör ya da eşantiyona ihtiyaç olmadıkça.

7 Ekim 2008 Salı

FasıL

Günaydınlar efendim,

Bir salı sabahından daha sizlere seslenmekteyim. Oranlayınca çoğumuzun salı sabahı boş gibi gelmişti bana, o yüzden haftaya pazartesiye vur patlasın çal oynasın şeklinde bir fasıl düzenlemeyi düşünüyordum ki, sanki salı sabahı da dersi olan bi sürü insan varmış gibi geldi. Dolayısıyla gün konusunda önerilerinizi bekliyorum.

Onun dışında ben ısrarla bu sene de fasıl yapalım diyorum çünkü hem geçen sene çok eğlenmiştik hem de artık mezun olucaz bağlarımızı koparmamak için fasıl türü bir organizasyonu gelenekselleştirirsek ileriki senelerde de toplaşabiliriz.

Ve son haber. Tayfun Bulca'nın bana yaptığı haksızlığa bakın ya, temel haberleşme labında beni sevgili grubumdan ayırıp henüz kim olduklarını bilmediğim insanların grubuna eklemiş. Çok mutsuzum, çok çaresizim :(

Bir de yazımı sonlandırmadan bir dedikodu haberi vereyim. Hakanlar eve çıktı ya, haftaya bize bir parti vermeyi düşünüyorlarmış ama daha tam kararlaştırmamışlar, aramızda kalsın, aklınızda olsun ;) (ev hediyesi düşünüüün)

Sağlıcakla...

6 Ekim 2008 Pazartesi

kantin

hu telekomcu,

bir pazartesi daha yavaş yavaş bitiyor.

ahmet'in çalışma, öğrenme, gelişim amacı hevesi arzusuyla yanarak okula geldiği bu pazartesi, kantin muhabbetleri, azıcık object orient takılma ve arkasından okulda aç kurtlar gibi yemek yiyebilecek mekan aramakla geçti.

peki ya arkasından? derse gittik. ben de gittim. hem de almadığım derse girdim. wireless communication. bir insanın ses tonu ne kadar özel olabilir, bir kez daha yaşadım, hep beraber yaşadık. ya sonra, ilk arada çıktık, gerçi sanırım hem ilk hem son araydı.

şu hasta halimle, arkadaşlarımdan beni medikoya götürmelerini istedim tüm gün. bir zahmet edip, kıymetli kıçlarını kaldırıp beni iki adım ötedeki medikoya götürmediler. ne öğrenci belgesi alabildik, ne ales'i sorduk ne de başka bir şeyi yapabildik. yine hiç bir işimizi halledemeden bitirdik günü.

tek becerebildiğimiz şey, perşembe günü staj yaptığımız şirketlere yapacağımız ziyaret planıydı. o da mecburiyetten zaten, staj defterlerini imzalatmak için.

şu an yine kantindeyiz. her ne kadar birinci sınıflar, burayı bir 'maksimum ses deneyi labı'na çevirip, insan kulağının ve sabrının dayanabileceği maksimum ses gücünü test ettikleri bir mekana dönüşmüş olsa da, yine de pes etmedik, nerdeyse tüm gün burda oturduk.

beni medikoya götürmedikleri gibi, tam ayazda eşyaların başında bıraktılar gittiler. kalkıp gidemiyorum, bilgisayar var, çantalar var. tek başımayım. rüzgar esiyo, hastayım, daha kötü olucam. işte bu kadar vefalı bu telekom insanı.

yahu insan bir ilaç verir, bir yara merhem olur be hayırsızlar...