30 Aralık 2008 Salı

telekom seferde

Telekom ahalisi, günahlarından arınmak için bir şeyler yapmaya karar verir. (Günahlar malum, çok.)

Hep beraber toplanıp, düşünür taşınırlar, para denkleştirip, hacca gitmeye karar verirler. Ordan biraz burdan biraz derken, yola koyulurlar, soluğu Mekke'de alırlar.

Hac dönemine henüz birkaç hafta vardır ve neler yapılması gerektiği ellerindeki kitapçıklarda yazılıdır. Yapılacakları bilmediklerinden, bu kitapçıkları okuyup çalışmaları gerekmektedir.

Günler günler geçer, günler çok hızlı geçer. Bugün okuruz, şu gün okuruz, yahu bugün şuraya gidelim, bugün kızıldenize inelim, bugün çöle gidelim, şu gün palmiyeler altında oturalım, hadi bugün de sinemaya gidelim, hadi bugün düğüne gidelim oynayalım derken, hac günleri gelir, bizimkiler hala kitapçıkları okumamışlardır. Son akşam panikle, bir kısmını okumaya çalışırlar. Hızla göz gezdirilir, önce not çıkartarak okuma alışkanlığı gecenin ilerleyen saatlerinde iki kere okusam yeter, biraz daha sonra, bir kere göz geçireyim yaparım, iyice sabaha doğru ise, birisi bana anlatsın'a dönüşür.

Sabah ağlamaklı bir kız sesiyle uyanır herkes, "eyvah geç kaldık, hadi kalkın." Henüz daha vakit vardır ancak panikle herkes uyanır. Ve kimin nasıl nerde duracağı, kimin önden gideceği konuşulur. Alkol kullanmayan arkadaşlar aralara serpiştirilir, diğerleri de "bilmediğim hareketleri bilenlerden bakar yaparım" der. Birkaç kişi de seçilip önden Arafat'a yollanır kı, güzel yerinden, kenardan, görünmeyecek bir kısımdan yer tutsunlar (görünmeyen bir yer varsa!!).

Arafat'a çıkarlar. Uykusuzluk hakimdir. İlk gün iyi kötü atlatılmıştır. Ancak ertesi gün hala yapılacaklar olmasına rağmen, ilk günü atlatmanın rahatlığı ile, o geceyi muhabbetle geçirirler. Geç bir saatte, aralarından birtanesinin aklına, taş toplamaları gerektiği gelir. Apar topar taş toplamaya çalışırlar ama son dakikalarda ortalıkta neredeyse hiç taş kalmamamıştır. Eldeki taşlara bakılır, fazla taşı olanlar, az olanlara biraz verir falan derken, ortalama bir değerde taşlar paylaşılır.

Ertesi sabah uyandıracak kişi seçilir, ve kalabalık olma ihtimaline karşılık, buluşma yeri seçilir. Sabah ancak birkaç kişi uyanabilir, buluşma yerine gittiklerinde hala büyük kalabalıktan ses seda yoktur. Telefonlar açılır, karşıdaki ses şöyle der;

"hacı ya bugün gitmesek mi?",
"biraz daha mı uyusak, ya da biraz geç mi gitsek?"
"ikinci tavaf'a, ikinci tura girsek olmaz mı?"

gidenler de cayar.

ikinci gün sabah, biraz daha panik vardır ilk günü kaçırdık diye. sabah yine buluşulamaz, telefon:

"hacı ben gitmiyim, siz benim taşları atıverin ya olur mu?"

birkaç gün böyle ziyan olduktan sonra, son gün panikle herkes mevcuttur, tek sıra halinde girerler sıraya, sıra önceden kararlaştırılmıştır. taşlar atılır, tavaf yapılır.

başarısız olduğuna inananlar seneye bir daha gelirim nolcak der. nasılsa vakit var daha.

telekom seferden döner, hacılar.

20 Aralık 2008 Cumartesi

Mezuniyet

Selam arkadaşlar nasılsınız, bu dönem doğru dürüst kimseyi göremeyip, görsem de pek konuşamadığımdan burda yazayım belki bir laf atan çıkar dedim :p

Yazma sebebim de birden aklıma gelen mezuniyet için birileri bir şeyler yapıyor mu? sorusu oldu. Yıllıktı baloydu ne kadar zamanda halledilen şeyler, ilgilenen birileri var mı ?

İkinci dönem daha sık:p görüşmek dileğiyle diyeyim, dönem bitmedi ama bana bitmiş gibi geliyor nedense.. neyse

8 Aralık 2008 Pazartesi

iyi bayramlar

nice mutlu bayramlar geçirmeniz dileğiyle...

16 Kasım 2008 Pazar

Ales'e devam

Alper'in hikayesiyle çok eğlendim ben de devam edeyim dedim ALES anılarına. Giriş kartının okunan her santiminde cep telefonu getirmeyin demelerine rağmen, daha sonrasında siz sevgili arkadaşlarımla buluşabilmek için cep telefonumu ve güzel anlarımızı dondurabilmek için fotoğraf makinemi de yanımda götürdüm :) E tabi ki almadılar beni içeri. Yalvar yakar orda bir hocaya emanet ettim eşyalarımı da içeri girmeyi başarabildim. Bu arada Yıldız buzzz gibi bi okulmuş ya dondum sınavda.

Ales sonrası bi aktivite planlamıştık.
Peki naptık? Üsküdar'a kadar kısa süreli bir motor sefasından sonra, hızda sınır tanımayan belediye otobüsüyle çok seri bir şekilde Beylerbeyi sarayında bulduk kendimizi. Burası Abdülaziz tarafından yazlık amaçlı yaptırılan diğerlerine ziyade daha küçük bir saray. Isıtma sistemi yok, rutubet yerdeki hasır halılarla engelleniyor. Koku yapmasın diye mutfakları da yok, yemekler dışarıda pişirilip getiriliyormuş. Çok güzel tahta işlemelerle kaplı odalar var. 2.Aldülhamit hayatının son 6 senesini bu sarayda göz hapsinde geçirmiş, sarayın bazı odalarını kullanmasına izin veriliyormuş. Sarayın manzarası muhteşem, tabi onların zamanında köprü yokmuş daha bir farklı görünüyordur ama bana bu kadarı da yetti :)

Saray gezisi çıkışında biraz Beylerbeyi içlerine doğru yürüdük, sanki İstanbul'dan ayrı küçük bir sahil kenti gibiydi, sevdim çok...Sonrasında Kanlıca'da aldık soluğu. Yoğurdu meşhur bilmeyen yoktur. Küçük plastik kaplarda oranın özel yoğurdu, pudra şekeri ile beraber servis ediliyor. Dileyen istediği miktarda şekerle karıştırarak tüketiyor yoğurdunu. Fazla açgözlülüğümden midir nedir bilmiyorum ben fazla şekerli tüketmiş olabilirim, bu durum biraz midemi rahatsız etse de, oldu işte, sonunda ben de Kanlıca'da pudra şekerli yoğurt yedim :)

Gene gezelim...

ALES anısı

Heyecanla, stresle mücadele ettik ve ales günü geldi çattı.

ales günü de, cep telefonsuzluğuyla, ales trafiğiyle uğraştık.

Ancak benim başıma gelen, sanırım hiç birinizin başına gelmemiştir.

Sınavda Barış'la yanyana denk gelmişiz. Önce Barış'la yanlış sınıfa gittik. Neyse sonra bulduk doğru yeri ve Barış'la benim için asıl macera o zaman başladı. Sınav kağıtları dağıtıldı, sınav başladı. Biraz zaman geçti ve kimlik kontrolü yapılmaya başladı. Ancak Barış ile benim kimlikleri beğenmediler. Fotoğraftakiler biz değil gibiymişiz. Barış'tan başka kimlik istediler, fotoğraf istediler. Neyse ki Barış'ın derdi çok uzun sürmedi. Asıl bela bana bulaştı.

O andan itibaren, sınav görevlisi ve yanındaki kişiler, 2-3 dakikada bir, başka kimlik, başka fotoğraf, vs vs. isteyip durdular. Gelip yüzüme, kimliğe, sınav giriş kağıdına bakıp durdular. Ben değilmişim. Bu esnada sınav devam ediyor ve yüzüme bakmalardan vakit buldukça soruları çözmeye çalışıyorum. Sonra kadın geldi, tutanak tutucaz dedi. Yahu dedim tamam tutun. Sonra geldi bir kimlik daha istedi. O esnada dellendim artık. Çıkarttım cüzdanı, ne kadar kimlik, ne kadar kredi kartı, kağıt parçası vs. ne varsa koydum. Cüzdandan İrem'in fotoğrafı çıktı, al dedim bak bu da kız arkadaşım. Al dedim, al hepsi bunlar. Bunlar da olmuyosa tut tutanağı, bırakayım sınavı gideyim.

Tekrar gitti, biraz daha zaman geçti. Sonra sanırım salon başkanı, geldi, canım dedi, bak dedim bana canım deme. Fotoğraflarla kimlik uyuşmuyo dedi. Yahu dedim, nesi uyuşmuyo, benim işte. Hayır iptal edecekseniz de sınavı edin, gideyim bari dedim, 20 dakikadır sizle uğraşıyorum artık dedim. Ya dedi, sakalın yok fotoğraflarda, bıyık yok, hadi kılları geçtim, sınav giriş kağıdındaki fotoğrafında güzel çenen çok belli oluyo dedi, 'göt çenelisin bariz ortada' demek istiyor, ancak başka hiç bi fotoğrafında çenen böyle değil. Hay dedim çenene. Yeni fotoğrafın yok mu diyo. Yahu olsa ne farkeder, aslı burda işte diyorum, al çene bu çene yani başka çene yok. Neyse tamam bak bu sana ders olsun bir daha yeni fotoğraf taşı yanında, canını sıkma, kusura bakma vaktini de aldık, hadi sinirlenme devam et sınavına dedi.

Allah'tan güler yüzlü bir kadın, aksi birisi olsa, bırakıp sınavı gidicem orda, güzel çenen derken, çenesini iki yandan sıkıp göt çene yapması, güldürdü bir an beni. Sonra keyfim yerine geldi. Ancak göt çenem ve bıyıklar, 20 dakikama mal oldu. Ne bıyıkmış arkadaş, her yerde ses getirmeye başladı vallahi.

Neyse bu hepimize ders olsun, herkes bıyık bırakacak ya yakında, böyle sınavlar falan varsa daha, onlardan sonra bırakın derim ben.

13 Kasım 2008 Perşembe

Halı Saha Turnuvası

Günlerden Perşembe, saat 22.09 ikinci maçımızı da kazanalı 2 saat 9 dakika olmuş. Düşe kalka ilerliyoruz demiyorum, tam gaz ilerliyoruz, hızlı gidiyor atlarımız yakında seyrek düşecek. Efenim yakında ilk mağlubiyetimizi alacağımız için hazır namağlupken şuraya belirteyim dedim. Arkamızdaki taraftarımıza ayrıca şükranlarımız iletiyor ve bu iki galibiyeti onlara armağan ediyoruz. Yavaş yavaş da takımımızdaki en'ler de kendilerini belli etmeye başladı. Bunları burada yazmayacağım.
Hepinize iyi akşamlar...

10 Kasım 2008 Pazartesi

Türk Delüğanluları



İTÜ'de ve Türk gençliğinde yeni bir akım başlıyor bugün itibariyle.

Bu akımın öncüleri ve ilk temsilcileri olarak, Erdal, Sezer ve ben ön plana çıktık.

Ama yakında herkes görecek ki, bu akım yayılacak, fakültemizden başlamak üzere, İTÜ'ye, oradan tüm üniversite gençliğine yayılacak.

Bu güzellik göz ardı edilemez. Bu güzellik gözden kaçmaz.

Evet, bıyık geri dönüyor!!!

3 Kasım 2008 Pazartesi

an gelir...

ve zaman geldi.

yarın hab teo günü. Sonunda vize vakti geldi çattı.

hazır mıyız? bilmiyoruz. Rahat mıyız? Şaşırtıcı ve korkutucu derecede, evet. Müthiş bir huzur hakim. Rahatız, tüm konulara hakim gibi. BA ile AA arasında kalmış gibi rahatız. Bir yandan Yaşar dinliyoruz. Keyif çatıyoruz.

Tüm bunların sebebi, az önce yediğimiz 3 paket çikolatadan kaynaklanıyor olabilir. Bol miktarda mutluluk hormonu salgılamış olabiliriz.

Akşam yemeğimizin sponsoru ise, Sezer idi. Kendisine sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Allah razı olsun, Allah tuttuğunu altın etsin. Karnımız doydu. Üzerine uyuduk. Üzerine muhabbet ettik. Üzerine çikolata yedik. Biraz hab teo baktık. Şimdi üzerine doğru düzgün biraz daha ders çalışıcaz. Ama nedense, sanki bunları tam tersi sırayla yapmış gibi rahatız.

Yarın akşamki halimizi merak ediyoruz asıl şu an. Yine öyle huzurlu olacak mıyız acaba? Bugün girdiğimiz Sİİ (Alper) ve Wireless (Ahmet) vizeleri bize bir huzur da vermiş olabilir. Vizenin insan yemeyen bir şey olduğunu hatırladık belki de.

Belki de her şeyden geçtik. Nirvana'ya erdik. Bir aşmışlık, bir olgunluk, bir mezunluk hakim üstümüze. Mezun olmuş gibiyiz. O kadar rahatız ki... O kadar mutluyuz ki...

Tek sorun, biraz psikolojiler bozuk. Abuk sabuk hareketler, konuşmalar da eksik olmuyor aslında. Ama o da zaten işin tuzu biberi.

Bakalım, hayırlısı.

Herkes ekmeğinde, huzurunda, hab teosunda olsun.

-Teocu Gençlik : Alper & Ahmet.

Dipnot: Ahmet, bloga üçüncü yazısını yazmaktan dolayı çok mutlu. Hepsinde eşlik ettim kendisine. Yüzümüzde güller açıyor.

1 Kasım 2008 Cumartesi

haberleşme teorisi haftası

MT'den kalınca, başka MT alınabiliyor mu?

Birkaç gündür Ahmet'le kendimize sorduğumuz soru bu. Haberleşme Teorisini, hangi akla hizmet ederek aldıysak, vizeye birkaç gün kala şimdi tutuştuğumuz anlardır. Olasılık temelli bölümümüzde, olasılık ile fazla içli dışlı olmadan mezun olacağız derken, bir anda olasılık kuramının içinde kendimizi boğulurken bulduk.

Milyon adet teorem, ıspat, kanıt, tanıt ile uğraşıyoruz. Bunaldık gibi sanki. Kalır mıyız onun hesapları ile uğraşırken, olasılığı anladık gibi. Şöyle ki;

Geçen sene 30 kişilik sınıfta, 7 kişi kalmış. Şu anki sınıfta, abiyane tabirle 'çancı' diye nitelidiğimiz yaklaşık 7 arkadaş var. Sınıf ise 27 kişi. En yakın kareler yaklaşımına göre (bunun adı böyle miydi ya?) 27-14 = 13 kişilik dilime girmemiz gerekiyor. Dersten geçme olasılığımız 13/27. Galiba. Istatiksel beklenen değer DD. Güç spektral yoğunluğumuz, her daim uykulu.

Nolacak halimiz? Bir geçelim, kurban falan keselim en iyisi.

Hayırlı haberleşmeler.

19 Ekim 2008 Pazar

ödev hatırası

Wireless Communication Networks dersinin 2. ödevi verilmiştir. Normalde ödevleri yapabilen arkadaşlarda bir çözüm yoktur henüz, sonra bu sitede kayıtlı olmayan bir telekomcu ödevin tüm sorularının çözümlerini bulur ve Çağrı'ya yollar. İşte her şey böyle başlar:)

Hep böyle olmadı mı bir çoğumuz için? Ödev verilir son geceye kadar bir şey yoktur elde, son gece internette dolaşan çözümler...

Sanırım birinci sınıftaki her hafta verilen fizik ödevlerinden beri bu böyle devam edip gidiyor benim ve belki pek çoğumuz için

İşte bu durumun acı bir sonucu ise gelen çözümlerden bir şey anlamamak ve anlamaya çalışmaktan pes etmiş yorgun gözlerle gelen çözümü kağıda yazmaya başlamaktır...

Ben de ekranda ödevin çözümleriyle, bana ödevin gelmesini sağlayan yüce haberleşme programı windows messenger iletime yazarım: "elimde çözümler... ben anlamaz, bakar bakar, haberleşmedeki ağı takdir eder ve çözümleri geçirir" yazar ve bu anıyı telekom blogumuza kaydederim :)

14 Ekim 2008 Salı

cebit hatırası

Merhabalar,

Geçtiğimiz cumartesi günü, bir cebit macerası daha yaşadık. Geçen seneden dersini almayan ben, ve geçen seni bu dersi hiç almamış ozan ve ahmet'le, cebit'e gitmeye kalkıştık.

Geçen sene cebit'e gidip, o çileyi çekip pişman olan güruh ise, zaten bu sene hiç kalkışmadı bu işe. Benim aklım nerdeyse artık, kalktım gittim.

Çok uzatmaya bile gerek yok, çoğu kişi tahmin ediyor hikayeyi. Cebit'e gitmeye karar veren 3 genç, oldukça geç bir saatte uyanır. 2 gibi evden çıkarlar. Gitmek istedikleri yere giden otobüsün kalkış yeri hakkında bildikleri ise, "viyadük altı" adresinden ibarettir. Gençler tekrar kalkarlar, taksim'e. Bir şans otobüsü bulurlar, bir şans binerler, bir tanesi totoyu bir yere koyabilir, diğerleri ayakta.

Yol 1 saat 45 dakika sürer. Yani lüleburgaz yolundan 15 dakika kısa. Yaratıcı otobüs şoförü, yolu kalabalık bulduğu için alakasız ara yollardan gidip, cebit'in girişi yerine, gençleri cebit'in arka tarafına bırakır, diğer 100 kişiyle birlikte. O kadar insan, dakikalarca Tüyap'ın etrafından yürüyerek ön kapıya ilerler.

Ancaak, acıkan gençler, bir daha kimsenin yakalayamayacağı bir fırsatı değerlendirirler, beylikdüzü'nde kebap yemek. Öyle herkese nasip olmaz.

Gençler fuara girerler. Dakikalarca elle tutulur hiç bir şey bulamadıktan, mankenler ve kontor dağıtan gsm operatörlerinin arasında boğulduktan, eşantiyon yağmuruna koşan insanların altında ezilmekten kurtulduktan, ve muhtemelen hayatlarında ilk defa mini etekli bir kız gördükleri için bilmem kaç buçuk megapiksel kameralı cep telefonlarıyla manken/hostesleri çeken insan yığınından sıyrıldıktan sonra çareyi dışarda soluklanmakta bulurlar.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, son otobüse kalırlar. Çok fazla detaya gerek yok, akşam trafiğinde 2 saatte taksim'e dönerler.

Gün sonunda elde edilen, 4 saatlik otobüs yolculuğu, sıfır eşantiyon, bol yorgunluk, az pişmanlık, oldukça hayalkırıklığı ve tadında derslerdir.

Arkasından doğruca yatağa gidilir.

Bir daha Cebit'e gitmemek üzere, kontör ya da eşantiyona ihtiyaç olmadıkça.

7 Ekim 2008 Salı

FasıL

Günaydınlar efendim,

Bir salı sabahından daha sizlere seslenmekteyim. Oranlayınca çoğumuzun salı sabahı boş gibi gelmişti bana, o yüzden haftaya pazartesiye vur patlasın çal oynasın şeklinde bir fasıl düzenlemeyi düşünüyordum ki, sanki salı sabahı da dersi olan bi sürü insan varmış gibi geldi. Dolayısıyla gün konusunda önerilerinizi bekliyorum.

Onun dışında ben ısrarla bu sene de fasıl yapalım diyorum çünkü hem geçen sene çok eğlenmiştik hem de artık mezun olucaz bağlarımızı koparmamak için fasıl türü bir organizasyonu gelenekselleştirirsek ileriki senelerde de toplaşabiliriz.

Ve son haber. Tayfun Bulca'nın bana yaptığı haksızlığa bakın ya, temel haberleşme labında beni sevgili grubumdan ayırıp henüz kim olduklarını bilmediğim insanların grubuna eklemiş. Çok mutsuzum, çok çaresizim :(

Bir de yazımı sonlandırmadan bir dedikodu haberi vereyim. Hakanlar eve çıktı ya, haftaya bize bir parti vermeyi düşünüyorlarmış ama daha tam kararlaştırmamışlar, aramızda kalsın, aklınızda olsun ;) (ev hediyesi düşünüüün)

Sağlıcakla...

6 Ekim 2008 Pazartesi

kantin

hu telekomcu,

bir pazartesi daha yavaş yavaş bitiyor.

ahmet'in çalışma, öğrenme, gelişim amacı hevesi arzusuyla yanarak okula geldiği bu pazartesi, kantin muhabbetleri, azıcık object orient takılma ve arkasından okulda aç kurtlar gibi yemek yiyebilecek mekan aramakla geçti.

peki ya arkasından? derse gittik. ben de gittim. hem de almadığım derse girdim. wireless communication. bir insanın ses tonu ne kadar özel olabilir, bir kez daha yaşadım, hep beraber yaşadık. ya sonra, ilk arada çıktık, gerçi sanırım hem ilk hem son araydı.

şu hasta halimle, arkadaşlarımdan beni medikoya götürmelerini istedim tüm gün. bir zahmet edip, kıymetli kıçlarını kaldırıp beni iki adım ötedeki medikoya götürmediler. ne öğrenci belgesi alabildik, ne ales'i sorduk ne de başka bir şeyi yapabildik. yine hiç bir işimizi halledemeden bitirdik günü.

tek becerebildiğimiz şey, perşembe günü staj yaptığımız şirketlere yapacağımız ziyaret planıydı. o da mecburiyetten zaten, staj defterlerini imzalatmak için.

şu an yine kantindeyiz. her ne kadar birinci sınıflar, burayı bir 'maksimum ses deneyi labı'na çevirip, insan kulağının ve sabrının dayanabileceği maksimum ses gücünü test ettikleri bir mekana dönüşmüş olsa da, yine de pes etmedik, nerdeyse tüm gün burda oturduk.

beni medikoya götürmedikleri gibi, tam ayazda eşyaların başında bıraktılar gittiler. kalkıp gidemiyorum, bilgisayar var, çantalar var. tek başımayım. rüzgar esiyo, hastayım, daha kötü olucam. işte bu kadar vefalı bu telekom insanı.

yahu insan bir ilaç verir, bir yara merhem olur be hayırsızlar...

30 Eylül 2008 Salı

Ramazan Bayramı

Hepinizin bu güzel bayramını kutlar ve sözü kısa kesip edebiyatçı arkadaşları bu başlıkta bizleri mutlu etmek ve güzel sözlerini bizimle paylaşmak için davet ederim :)

26 Eylül 2008 Cuma

labdan

Ahmet'le labdayız.

Ahmet almış çayını yudumlarken, durmadan hastayım diye sızlanmaya devam ediyor.

Büyümüşüz, kocaman olmuşuz da, lablarda çalışıyoruz.

Bu da nerden geldi aklıma, öğle yemeğinde özgenin 24 yaşında olduğumu söylemesiyle. Kantincinin önünde çocuksu (!) hareketlerimi yaparken, Özge kantin sahiplerine "bu 24 yaşında" deme ihtiyacı hissetti, birden durdu dünya, film şeridi gibi gözümün önünden geçti 24 yıl, 24 yıl olunca uzun sürdü biraz tabi.

Sonra düşündüm hakkaten baya olmuş dünyaya geleli. İtü'ye geleli de baya olmuş. nitekim bu sene bi aksilik olmazsa bitiyor. Hatta az kalsın aksilik oluyordu, yine efsane ders seçim dönemi hatırlarımdan birini daha yaşadım yaşattım.

Ahmet'le labdayız. büyümüş de projelerde, bitirmelerde çalışıyoruz.

Büyümüşüz ama hala bişey bilmiyoruz, acı çekiyoruz burda.

Şimdilik böyle. labdan seslendik size.

Herkes ekmeğinde olsun.

Alper & Ahmet

23 Eylül 2008 Salı

bir sahur

iftar yapmaya hevesli bir grup telekomcu, yahu madem iftarı yapacaz, sahurunu da yapalım der.

sahur için toplanırlar.

geç saatte de olsa.

sahura kadar oturup sahurda yemek yemektir niyetleri.

sonra film izlemeye karar verirler.

kutsal damacanayı izlerler.

ama bu sırada ekibin büyük kısmı sızar.

sızanlar: nerdeyse hepsi.

çorba yapılır mutfakta.

sızanlar daha derin uykuya dalar.

sızmayanlar mahmur gözlerle oturur.

bir tanesi bloga yazayım bunu der.

yazar.

yarısı uyur.

diğer yarısı uyumayı düşünür.

bir sahur böyle geçer.

ilk günden izlenimler

bir hafta gecikmeyle başladım okula bu sene. dedim ki hemen ilk gün izlenimlerimi aktarayım.

sandım ki bir hafta geç gelicem, ve o sırada muhabbet almış başını yürümüş olacak.

bir geldim baktım, bir şey yok ortada. bir yorgunluk çökmüş herkesin üstüne. miskinlik. herkes eve çıktı onun yorgunluğu mu var? madem böyle olacaktınız, çıkmasaydınız eve.

ilk gün. girdim derslere. ders tercihlerim hakkında şüphe ettim. zaten bir tanesi alttan. herkes bayık, kimisi sinirli takılıyo, kimisi canı sıkkın. hadi canım uyanın, ben böyleyimdir normalde, tripcanlar topluluğu olmuşsunuz, çekilmiyorsunuz.

ilk gün misafirliğine gittim dün gece. isim vermek istemiyorum. isim vererek rencide etmek istemiyorum o arkadaşları, yoldan çıkmış, sapkınlık almış yürümüş, başkalarına yönelttikleri ithamları meğersem kendileri özümsemiş. dışarıya vurmaya can atıyorlar. meğer ben ne büyük nimetmişim onlara.

böyle gidecekse bu sene, çok fena.

dimağınız kurumuş.

11 Eylül 2008 Perşembe

Son perde...

3 gün sonra, son senemize başlıyoruz. Duygulu bir şey mi, sevinçli mi, hüzünlü mü, bilmiyorum. Bir anda kucak dolusu anı yığılıveriyor önüme dönüp geriye bakınca. Aslında bunu söylemek için hala çok erken. Hala bir 8 ay var önümüzde, hala toplanacak bir kucak dolusu anı daha var.

Bir çok şeyinde şikayet ettik bu okulun. Hocalardan, derslerden, lablardan, projelerden, ödevlerden vs. Şu yanı iyi değil, bu yanı kötü, böyle berbat iş olmaz, böyle saçma iş olmaz, şurda daha iyiymiş, burda harikaymış dedik, bir çok şey için, bir çok zaman. Evet yanlış değil bunlar. Çok fazla eksisi var bu okulun. Çok daha iyi örnekler var duyduğumuz. Çok şeye imreniyoruz, çok şeye özeniyoruz. Çok şeyi eleştiriyoruz.

Kötü bir okul itü, berbat bi yer, ömrümüzü tüketti, saçlarımız döktü, tamam belki sadece benim saçlarımı döktü. Peki bunca yıl boyunca bu okuldan geçip gidenler, her şeyden menundu da, bir tek biz mi yaşıyoruz bu sorunları?

Ne kadar şikayet edersek edelim, bundan sadece 2 sene sonra, yani mezun olduktan sadece bir sene sonra, buluştuğumuzda, görüştüğümüzde, aklımıza bu sorunların hiç biri gelmeyecek. Aklımıza güzel günler güzel anılar gelecek. Güleceğiz, gülmekten çatlayacağız, inleyeceğiz gülmekten. Dalga geçeceği ağladığımız zamanlarla, gerildiğimiz, baygınlıklar geçirdiğimiz, midemizin bulandığı zamanlarla. Sınavdan korktuğumuz, bin lanet edip, son dakikalarda yetiştirmeye çalıştığımız lab raporlarını, şimdi gülerek hatırlayacağız. Sabahlara kadar uyutmayan, uykumuzdan, neşemizden eden sınavları, final dönemlerini, yorgunluklarla sıkıntılarla, üzüntülerle değil, o uykusuz zamanlarda yaptığımız saçma sapan abukluklarla hatırlayacağız, dalga geçeceğiz, evet belki sadece ben dalga geçeceğim.

Birbirimizin karakteristik anlarını hatırlayacağız. Ama belki de bu anlar, o anı yaşarken nefret ettiğimiz anlar olacak. Ancak bütün bu nefret dolu anlar, sadece güzelliklerle çıkacak karşımıza. Ne kadar sevmezsek sevmeyelim bu okulu, ne kadar kızarsak kızalım bu bölüme, ne kadar eleştirirsek eleştirelim hocaları, nolursa olsun, biz İTÜ'lüyüz, ve kendimizi sadece bu şekilde hatırlayacağız. Bu kadar sevmediğimiz bu yeri, bizim olduğu için kendimize övgü kaynağı yapacağız. Buluşup bir yerlerde oturduğumuzda, yüksek sesle konuşacağız belki, hem duysun etraftakiler mezun olduğumuzu, mühendis olduğumuzu, ve hatta belki İTÜ'lü olduğumuzu duysunlar isteyeceğiz. Övüneceğiz kendimizle, belki içten içe hala övünmeyi haketmediğimiz, bu okulun övülmeyi haketmediğini düşünerek. Ama içimizdeki o sesler ne kadar karşı koyarsa koysun, biz farkedeceğiz ki, en sevmediğimiz yanlarını bile sahiplendik biz bu okulun. Her şeyini, her köşesini, her kişisini sahiplendik. Her bir parçasını bizim yaptık, biz yaptık.

İnkar etmenin bir faydası olmayacak bundan 2 yıl sonra. Zaten kimin inkar etmeye takati kalacak, o kadar özledikten sonra. Sevilmeyen şeyler de özlenir. Ama sevilmeyen şeyler, zamanla sevildiği için özlenir. Ben şimdi de çok seviyorum okulumu, herkesi çok seviyorum. O zaman da çok seveceğim. Şimdi sevmeyenler de çok sevecekler o zaman. Daha iki gün önce atlattığımız kayıt günlerini özleyeceğiz her eylülde. Ancak her eylülde, elimizde sadece anılar kaldığında, mesela benim her ders seçme dönemi yaptığımı saçmalıklar ve bunları düzeltmek için günlerce koşuşturduğum zamanlar, gelecek aklımıza. Yahu yine olsa, yine bir pazartesi otursak bilgisayar başında, heyecanla dakikaları saysak da, gelse çatsa o an, otomasyona lanetler okusak diyeceğiz.

ÖSS sonuçları belli olup da tercihler zamanı geldiğinde, İTÜ'den emekli bir profesöre gitmiştik babamla. İTÜ'yü anlatacaktı bana, beğenirsem yazacaktım. Bana o zaman demişti ki, İTÜ mükemmel değildir. Çok sorunları vardır, hantaldır, eskidir, geleneklerden kopmakta zorlanır, yenilikler geç gelir. Bunun gibi bir çok sorun vardır. Ama İTÜ'nün en güzel yanı, İTÜ'lülerdir. Birbirlerini severler, kollarlar, kaybetmezler, sıkı sıkı tutarlar. İTÜ'lülük kavramı önemlidir, yerleşiktir, okulu seven ya da sevmeyen her İTÜ'lü de, İTÜ'lülük bilinci vardır. Hatta bir kısmı fanatiktir. Damarını kessen İTÜ akar kollarında. Böyle anlatmıştı bana. Bakın, akademik hiç bir şey anlatmamıştı, sadece eleştirmişti. O zaman saçma gelmişti, bana ne bundan, iyi işte güzel birbirlerin kolluyorlarsa, iş bulmak kolay olur demiştim. Şimdi aradan 3 yıl geçti, ve mezun olup gitmemize 1 yıl kaldı. Şimdi çok iyi anlıyorum. Çok iyi anlıyorum İTÜ'lülük nedir, şimdi anlıyorum bu nasıl bir histir, şimdi anlıyorum İTÜ'lüler birbirlerini nasıl severler, nasıl tutarlar.

Şimdi iyi biliyorum İTÜ'lülük kavramını ve o emekli profesörü çok iyi anlıyorum, bunun bazen akademik başarıdan da neden daha önemli olduğunu.

Dönüp dolaşıp geldiğim yer, hepinizi çok seviyorum, çünkü İTÜ'lüyüm, İTÜ'lüyüm, çünkü hepinizi çok seviyorum....

8 Eylül 2008 Pazartesi

KayıT

Selam Millet,

Bir kayıt gününü daha acısıyla tatlısıyla atlatmaktayız. Son sınıf olduk hala kontenjan sorunu yaşıyoruz ya ben daha bişey demiycem bu okula...

Artık Pazartesi günü hasret bitiyor toplanırız yine, ben bu arada aklıma gelen bikaç şeyi yazıvereyim dedim. Öncelikle networkçü olan arkadaşlara "Empati" adlı kitabı okumalarını tavsiye ediyorum, hatta herkese tavsiye ediyorum. Sıkılmaktaysanız çok güzel zaman geçirtiyor. Ayrıca içinde geçen 1-2 tane komutu anlayabiliyor olmak da büyük keyif veriyor insana, aynı yazarın "Olasılık" adlı kitabı da hiç fena değil. Bunun dışında Tübitak stajında mühendis abilerimizin tavsiye ettiği bir kitap var, Oğuz Atay'ın "Bir Bilim Adamının Romanı" isimli kitabı. Kütüphanemize ismi verilen Mustafa İnan'ın hayatını anlatıyormuş ve bu kitabı okumayan bir mühendis olmamalı dediler. Aklınızda olsun, ben 1-2 güne başlıycam okumaya merak edenlere olumlu veya olumsuz yorumlarımı yapabilirim.

Bunun dışında, aklımdaki uzun vadede olan bir etkinlik planından bahsedeyim. 17 Ekim'de MFÖ konseri var. İstanbul'da ölmeden önce yapılması gereken 101 şeyden biri midir bilmiyorum ama ben MFÖ konserine gitmezsem gözüm açık gidicem..

Neyse, öyle işte.. Yazıyım, paylaşayım dedim. Zamanla daha aktif kullanmayı da öğreniriz heralde bu blogu. Hepinizin gözlerinden hasretle öper, sevgiyle kucaklarım arkadaşlarım.. :)

3 Eylül 2008 Çarşamba

Google Chrome

Ve Google, browser piyasasına da el attı.

Bugün betasını yayınladığı browser'ının adı "Chrome".

Bir çok yenilik getiriyor.

Örneğin, açılan bir pencerede, her tab, birbirinden bağımsız virtual machine gibi çalışıyor ve böylece bir tab'da bir sorun olduğunda tüm pencere değil, sadece o tab kapatıyor.

Ve Google Chrome, tamamen açık kaynak kodlu bir ürün.

Beta sürümü olduğu için, hala çok hatası var ama, tasarımından, mimarisine, şu an bile çok çekici. Ve sadece 12 saat içinde, browser piyasasının %1'ini ele geçirdi!!!

Resmi Chrome blogu : http://blog.chromium.org/2008/09/welcome-to-chromium_02.html

Burdan bir çok link var.

28 Ağustos 2008 Perşembe

slmmm

merhaba :D
herkes biseyler yazmis bende yazayim dedim
dersler konusuna ben hiq girmeyeyim cunku benim programim baya karmasik olacak malum almadigim dersler var.
ozgecim planalrin super ben kesin demeyeyim ama %80 gelirim ben bayramda istanbulda olacagimdan dolayi o aralarda bisey yaparsak cok sevinirim :)
opuyorum hepinizi
yakinda gorusuruz

Ola

24 Ağustos 2008 Pazar

samsundan sevgiler :p

Selam arkadaşlar, herkesin keyfi yerindedi umarım

Öncelikle "object oriented programming" in açılmamış olmasını ben de anlamış değilim, umarım açılır ya da bir açıklama yaparlar. MT olarak sadece 5 ders var, ama 2. dönem de derslerin açılacağını düşünürsek bir sorun olmaz gibi geliyor, tabi bilmiyorum eskiden nasıldı...

Össdeki düşüşü puanları fln da daha dün akşam inceledim, bizim başarı sıralamamızda olanlar nerelere gitmiş acaba diye merak ettim. Bilmiyorum bilgisi olan var mı? İlk 2000 nerede

Fazla bir bilgim yok, zaten pek kimseyle konuştuğum da yok. Zaten şu aralar mecburi olarak konuşamıyorum neyse bu konuda konuşmayı da sevmiyorum...

Herkes kendine iyi baksın yeni dönemde görüşmek üzere

not: Özge sana planlar konusunda güveniyorum, devam et böyle :)

yeni dönem

Yeni dönemin başlamasına sadece birkaç hafta kaldı ve bu dönemin ders programı da açıklandı.

Son sınıf seçmeli derslerdeki alternatif azlığının, ders planında görülen birçok dersin açılmadığını farketmişsinizdir.

Özellikle ingilizce seçmeli ders olarak alternatifi olmayan "object oriented programming" dersinin açılmamış olmasına anlam veremiyorum. Bunun yerine ne alıcaz, ne yapıcaz, anlamadım anlayan varsa söylesin.

Dikkatlice bakıldığında, seçmeli diye bir şey kalmadığını, planda görülen derslerden 5'inin açıldığını ve 3'ünü seçmemiz gerektiği görülüyor.

Program kapatılacak mı, kapatılmayacaksa bu ders saçmalığı nedir, öss başarı sıralamasında neden uçurum gibi düşüşteyiz (itu anasayfada duyurulan osym raporuna göz atarsanız, telekom hızlı bir düşüşte) gibi soruların cevaplarını umarım bilen ya da araştıran birileri vardır.

Son not: ders seçimleri hakkında birşeyler bilen varsa, paylaşsın lütfen.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

plan plan plan

Selam Telekom ahalisi

Dün (22.08.08) itibariyle stajlarını tamamlamış bir genç duruyor karşınızda. Müthiş br kahvaltının ardından size yazayım dedim :)

Gençler, malum artık 4. sınıfız ufak çaplı bir tatil hayali peşindeyiz. Plan şu: Okulun ilk haftası haftasonunu da kapsayacak şekilde 4-5 günlük bir tatil kaçamağı yapalım. Zaman sebebiyle kalıcak yerler baya ucuzlamış olucak, amaç beraber bişeyler yapmak, havanın güzel olacağına inanarak denize girme hayali bile kurmaktayım. Tahminen gecelik 20 ytlden fazla vermiycez kalcağımız yere. Ya çeşme yada ayvalık civarı olsun diyoruz ki çok uzaklaşmayalım.. Şimdilik siz bi düşünün bunu, biz pansiyon - apart otel tarzı bişeyler bakmaktayız.

İkinci plan ise, geçen sene sene başında yapmış olduğumuz fasılı gelenekselleştirme yolundaki ilk adımı atmak. Ama bu daha kolay ayarlanır bişey olduğu için estiği zaman yaparız dedim ve üstünde çok düşünmüyorum:)

Neyse şimdilik benden bu kadar..

Hepsinizin gözlerinden öper, sevgilerimi iletirim

Ozge Atakan
;)

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Cebit 2008

Cebit 2008 fuarına yaklaşık 2 ay kaldı.

Turkcell ana sponsorluğunda olacak bu sene. Bir çok yenilik var bu sene fuarda geçen seneye göre.

İlgilenenler şimdiden bi kafasında en azından gitmek için yer ayırsın.

Detaylı bilgi için:
www.cebitbilisim.com

14 Ağustos 2008 Perşembe

Sıkıntı..

Aranızda hiç tatil yapsam güzel olur, o da olmadı görüşsek bari kaç zamandır birbirimizi görmüyoruz, stajlar pestilimizi çıkarıyor olsa da sosyallikten ödün vermesek diyenler olmuyor mu?

Şafak 11 iş günü..

13 Ağustos 2008 Çarşamba

uykucu şirin stajda

Efenim stajdayız hayırlısıyla.
bitsede gitsek.

5 Ağustos 2008 Salı

Stajda

Şu sıralar herkes stajda olsa gerek. Mezuniyet gereklerinden birtanesi daha bitiyor. Kalıyor geriye, dersler, ki dert değil onlar da galiba:)

Staj ne menem bir şeydir ki, medeniyetten, uygarlıktan, sosyallikten, toplumdan uzaklaştı, soğudu, kabuğuna çekildi herkes.

Kim nerdedir, ne haldedir, hiç bir bilgi yok. Kimseden ses seda yok. Ya herkes çok kaptırdı kendini staj olayına, ya da herkes tatilinde :)

Yahu, burayı görür görmez, en azından bir yaşam belirtisi gösterin, sosyalleşelim bari en azından burdan dedik, buraya da uğrayan eden yok kardeşim.

Ayıp oluyor ama..

Önemli bir nokta da, henüz 5 yazarımız var, kulaktan kulağa yayınız efendim.

31 Temmuz 2008 Perşembe

Yeni kanun

Meclisten yeni bir kanun geçmiş, telekomünikasyon kurumunun güncellenmesi hakkında diyebiliriz. Biraz haberdar olsak fena olmaz :)

http://www.ntvmsnbc.com/news/454922.asp

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Hoşgeldin

Telekomcusun, ve artık son sınıfsın.

Bugün, az bir zaman sonra anıların olacak.

Peki nasıl hala bir arada kalabiliriz? Nasıl anılarımızı zamanla unutulmaktan kurtarabiliriz?

Bir blog açalım, oradan paylaşalım dedik, nasıl fikir ama?

Buraya, hatırlamak istediğin ve hatırlanmasını istediğin her şeyi yazabilirsin.

Yazar olmak için, yoksa bir google hesabı aç, alperkemal@gmail.com'a mail at.

Hoşgeldin.