16 Kasım 2008 Pazar

Ales'e devam

Alper'in hikayesiyle çok eğlendim ben de devam edeyim dedim ALES anılarına. Giriş kartının okunan her santiminde cep telefonu getirmeyin demelerine rağmen, daha sonrasında siz sevgili arkadaşlarımla buluşabilmek için cep telefonumu ve güzel anlarımızı dondurabilmek için fotoğraf makinemi de yanımda götürdüm :) E tabi ki almadılar beni içeri. Yalvar yakar orda bir hocaya emanet ettim eşyalarımı da içeri girmeyi başarabildim. Bu arada Yıldız buzzz gibi bi okulmuş ya dondum sınavda.

Ales sonrası bi aktivite planlamıştık.
Peki naptık? Üsküdar'a kadar kısa süreli bir motor sefasından sonra, hızda sınır tanımayan belediye otobüsüyle çok seri bir şekilde Beylerbeyi sarayında bulduk kendimizi. Burası Abdülaziz tarafından yazlık amaçlı yaptırılan diğerlerine ziyade daha küçük bir saray. Isıtma sistemi yok, rutubet yerdeki hasır halılarla engelleniyor. Koku yapmasın diye mutfakları da yok, yemekler dışarıda pişirilip getiriliyormuş. Çok güzel tahta işlemelerle kaplı odalar var. 2.Aldülhamit hayatının son 6 senesini bu sarayda göz hapsinde geçirmiş, sarayın bazı odalarını kullanmasına izin veriliyormuş. Sarayın manzarası muhteşem, tabi onların zamanında köprü yokmuş daha bir farklı görünüyordur ama bana bu kadarı da yetti :)

Saray gezisi çıkışında biraz Beylerbeyi içlerine doğru yürüdük, sanki İstanbul'dan ayrı küçük bir sahil kenti gibiydi, sevdim çok...Sonrasında Kanlıca'da aldık soluğu. Yoğurdu meşhur bilmeyen yoktur. Küçük plastik kaplarda oranın özel yoğurdu, pudra şekeri ile beraber servis ediliyor. Dileyen istediği miktarda şekerle karıştırarak tüketiyor yoğurdunu. Fazla açgözlülüğümden midir nedir bilmiyorum ben fazla şekerli tüketmiş olabilirim, bu durum biraz midemi rahatsız etse de, oldu işte, sonunda ben de Kanlıca'da pudra şekerli yoğurt yedim :)

Gene gezelim...

ALES anısı

Heyecanla, stresle mücadele ettik ve ales günü geldi çattı.

ales günü de, cep telefonsuzluğuyla, ales trafiğiyle uğraştık.

Ancak benim başıma gelen, sanırım hiç birinizin başına gelmemiştir.

Sınavda Barış'la yanyana denk gelmişiz. Önce Barış'la yanlış sınıfa gittik. Neyse sonra bulduk doğru yeri ve Barış'la benim için asıl macera o zaman başladı. Sınav kağıtları dağıtıldı, sınav başladı. Biraz zaman geçti ve kimlik kontrolü yapılmaya başladı. Ancak Barış ile benim kimlikleri beğenmediler. Fotoğraftakiler biz değil gibiymişiz. Barış'tan başka kimlik istediler, fotoğraf istediler. Neyse ki Barış'ın derdi çok uzun sürmedi. Asıl bela bana bulaştı.

O andan itibaren, sınav görevlisi ve yanındaki kişiler, 2-3 dakikada bir, başka kimlik, başka fotoğraf, vs vs. isteyip durdular. Gelip yüzüme, kimliğe, sınav giriş kağıdına bakıp durdular. Ben değilmişim. Bu esnada sınav devam ediyor ve yüzüme bakmalardan vakit buldukça soruları çözmeye çalışıyorum. Sonra kadın geldi, tutanak tutucaz dedi. Yahu dedim tamam tutun. Sonra geldi bir kimlik daha istedi. O esnada dellendim artık. Çıkarttım cüzdanı, ne kadar kimlik, ne kadar kredi kartı, kağıt parçası vs. ne varsa koydum. Cüzdandan İrem'in fotoğrafı çıktı, al dedim bak bu da kız arkadaşım. Al dedim, al hepsi bunlar. Bunlar da olmuyosa tut tutanağı, bırakayım sınavı gideyim.

Tekrar gitti, biraz daha zaman geçti. Sonra sanırım salon başkanı, geldi, canım dedi, bak dedim bana canım deme. Fotoğraflarla kimlik uyuşmuyo dedi. Yahu dedim, nesi uyuşmuyo, benim işte. Hayır iptal edecekseniz de sınavı edin, gideyim bari dedim, 20 dakikadır sizle uğraşıyorum artık dedim. Ya dedi, sakalın yok fotoğraflarda, bıyık yok, hadi kılları geçtim, sınav giriş kağıdındaki fotoğrafında güzel çenen çok belli oluyo dedi, 'göt çenelisin bariz ortada' demek istiyor, ancak başka hiç bi fotoğrafında çenen böyle değil. Hay dedim çenene. Yeni fotoğrafın yok mu diyo. Yahu olsa ne farkeder, aslı burda işte diyorum, al çene bu çene yani başka çene yok. Neyse tamam bak bu sana ders olsun bir daha yeni fotoğraf taşı yanında, canını sıkma, kusura bakma vaktini de aldık, hadi sinirlenme devam et sınavına dedi.

Allah'tan güler yüzlü bir kadın, aksi birisi olsa, bırakıp sınavı gidicem orda, güzel çenen derken, çenesini iki yandan sıkıp göt çene yapması, güldürdü bir an beni. Sonra keyfim yerine geldi. Ancak göt çenem ve bıyıklar, 20 dakikama mal oldu. Ne bıyıkmış arkadaş, her yerde ses getirmeye başladı vallahi.

Neyse bu hepimize ders olsun, herkes bıyık bırakacak ya yakında, böyle sınavlar falan varsa daha, onlardan sonra bırakın derim ben.

13 Kasım 2008 Perşembe

Halı Saha Turnuvası

Günlerden Perşembe, saat 22.09 ikinci maçımızı da kazanalı 2 saat 9 dakika olmuş. Düşe kalka ilerliyoruz demiyorum, tam gaz ilerliyoruz, hızlı gidiyor atlarımız yakında seyrek düşecek. Efenim yakında ilk mağlubiyetimizi alacağımız için hazır namağlupken şuraya belirteyim dedim. Arkamızdaki taraftarımıza ayrıca şükranlarımız iletiyor ve bu iki galibiyeti onlara armağan ediyoruz. Yavaş yavaş da takımımızdaki en'ler de kendilerini belli etmeye başladı. Bunları burada yazmayacağım.
Hepinize iyi akşamlar...

10 Kasım 2008 Pazartesi

Türk Delüğanluları



İTÜ'de ve Türk gençliğinde yeni bir akım başlıyor bugün itibariyle.

Bu akımın öncüleri ve ilk temsilcileri olarak, Erdal, Sezer ve ben ön plana çıktık.

Ama yakında herkes görecek ki, bu akım yayılacak, fakültemizden başlamak üzere, İTÜ'ye, oradan tüm üniversite gençliğine yayılacak.

Bu güzellik göz ardı edilemez. Bu güzellik gözden kaçmaz.

Evet, bıyık geri dönüyor!!!

3 Kasım 2008 Pazartesi

an gelir...

ve zaman geldi.

yarın hab teo günü. Sonunda vize vakti geldi çattı.

hazır mıyız? bilmiyoruz. Rahat mıyız? Şaşırtıcı ve korkutucu derecede, evet. Müthiş bir huzur hakim. Rahatız, tüm konulara hakim gibi. BA ile AA arasında kalmış gibi rahatız. Bir yandan Yaşar dinliyoruz. Keyif çatıyoruz.

Tüm bunların sebebi, az önce yediğimiz 3 paket çikolatadan kaynaklanıyor olabilir. Bol miktarda mutluluk hormonu salgılamış olabiliriz.

Akşam yemeğimizin sponsoru ise, Sezer idi. Kendisine sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Allah razı olsun, Allah tuttuğunu altın etsin. Karnımız doydu. Üzerine uyuduk. Üzerine muhabbet ettik. Üzerine çikolata yedik. Biraz hab teo baktık. Şimdi üzerine doğru düzgün biraz daha ders çalışıcaz. Ama nedense, sanki bunları tam tersi sırayla yapmış gibi rahatız.

Yarın akşamki halimizi merak ediyoruz asıl şu an. Yine öyle huzurlu olacak mıyız acaba? Bugün girdiğimiz Sİİ (Alper) ve Wireless (Ahmet) vizeleri bize bir huzur da vermiş olabilir. Vizenin insan yemeyen bir şey olduğunu hatırladık belki de.

Belki de her şeyden geçtik. Nirvana'ya erdik. Bir aşmışlık, bir olgunluk, bir mezunluk hakim üstümüze. Mezun olmuş gibiyiz. O kadar rahatız ki... O kadar mutluyuz ki...

Tek sorun, biraz psikolojiler bozuk. Abuk sabuk hareketler, konuşmalar da eksik olmuyor aslında. Ama o da zaten işin tuzu biberi.

Bakalım, hayırlısı.

Herkes ekmeğinde, huzurunda, hab teosunda olsun.

-Teocu Gençlik : Alper & Ahmet.

Dipnot: Ahmet, bloga üçüncü yazısını yazmaktan dolayı çok mutlu. Hepsinde eşlik ettim kendisine. Yüzümüzde güller açıyor.

1 Kasım 2008 Cumartesi

haberleşme teorisi haftası

MT'den kalınca, başka MT alınabiliyor mu?

Birkaç gündür Ahmet'le kendimize sorduğumuz soru bu. Haberleşme Teorisini, hangi akla hizmet ederek aldıysak, vizeye birkaç gün kala şimdi tutuştuğumuz anlardır. Olasılık temelli bölümümüzde, olasılık ile fazla içli dışlı olmadan mezun olacağız derken, bir anda olasılık kuramının içinde kendimizi boğulurken bulduk.

Milyon adet teorem, ıspat, kanıt, tanıt ile uğraşıyoruz. Bunaldık gibi sanki. Kalır mıyız onun hesapları ile uğraşırken, olasılığı anladık gibi. Şöyle ki;

Geçen sene 30 kişilik sınıfta, 7 kişi kalmış. Şu anki sınıfta, abiyane tabirle 'çancı' diye nitelidiğimiz yaklaşık 7 arkadaş var. Sınıf ise 27 kişi. En yakın kareler yaklaşımına göre (bunun adı böyle miydi ya?) 27-14 = 13 kişilik dilime girmemiz gerekiyor. Dersten geçme olasılığımız 13/27. Galiba. Istatiksel beklenen değer DD. Güç spektral yoğunluğumuz, her daim uykulu.

Nolacak halimiz? Bir geçelim, kurban falan keselim en iyisi.

Hayırlı haberleşmeler.