30 Eylül 2008 Salı

Ramazan Bayramı

Hepinizin bu güzel bayramını kutlar ve sözü kısa kesip edebiyatçı arkadaşları bu başlıkta bizleri mutlu etmek ve güzel sözlerini bizimle paylaşmak için davet ederim :)

26 Eylül 2008 Cuma

labdan

Ahmet'le labdayız.

Ahmet almış çayını yudumlarken, durmadan hastayım diye sızlanmaya devam ediyor.

Büyümüşüz, kocaman olmuşuz da, lablarda çalışıyoruz.

Bu da nerden geldi aklıma, öğle yemeğinde özgenin 24 yaşında olduğumu söylemesiyle. Kantincinin önünde çocuksu (!) hareketlerimi yaparken, Özge kantin sahiplerine "bu 24 yaşında" deme ihtiyacı hissetti, birden durdu dünya, film şeridi gibi gözümün önünden geçti 24 yıl, 24 yıl olunca uzun sürdü biraz tabi.

Sonra düşündüm hakkaten baya olmuş dünyaya geleli. İtü'ye geleli de baya olmuş. nitekim bu sene bi aksilik olmazsa bitiyor. Hatta az kalsın aksilik oluyordu, yine efsane ders seçim dönemi hatırlarımdan birini daha yaşadım yaşattım.

Ahmet'le labdayız. büyümüş de projelerde, bitirmelerde çalışıyoruz.

Büyümüşüz ama hala bişey bilmiyoruz, acı çekiyoruz burda.

Şimdilik böyle. labdan seslendik size.

Herkes ekmeğinde olsun.

Alper & Ahmet

23 Eylül 2008 Salı

bir sahur

iftar yapmaya hevesli bir grup telekomcu, yahu madem iftarı yapacaz, sahurunu da yapalım der.

sahur için toplanırlar.

geç saatte de olsa.

sahura kadar oturup sahurda yemek yemektir niyetleri.

sonra film izlemeye karar verirler.

kutsal damacanayı izlerler.

ama bu sırada ekibin büyük kısmı sızar.

sızanlar: nerdeyse hepsi.

çorba yapılır mutfakta.

sızanlar daha derin uykuya dalar.

sızmayanlar mahmur gözlerle oturur.

bir tanesi bloga yazayım bunu der.

yazar.

yarısı uyur.

diğer yarısı uyumayı düşünür.

bir sahur böyle geçer.

ilk günden izlenimler

bir hafta gecikmeyle başladım okula bu sene. dedim ki hemen ilk gün izlenimlerimi aktarayım.

sandım ki bir hafta geç gelicem, ve o sırada muhabbet almış başını yürümüş olacak.

bir geldim baktım, bir şey yok ortada. bir yorgunluk çökmüş herkesin üstüne. miskinlik. herkes eve çıktı onun yorgunluğu mu var? madem böyle olacaktınız, çıkmasaydınız eve.

ilk gün. girdim derslere. ders tercihlerim hakkında şüphe ettim. zaten bir tanesi alttan. herkes bayık, kimisi sinirli takılıyo, kimisi canı sıkkın. hadi canım uyanın, ben böyleyimdir normalde, tripcanlar topluluğu olmuşsunuz, çekilmiyorsunuz.

ilk gün misafirliğine gittim dün gece. isim vermek istemiyorum. isim vererek rencide etmek istemiyorum o arkadaşları, yoldan çıkmış, sapkınlık almış yürümüş, başkalarına yönelttikleri ithamları meğersem kendileri özümsemiş. dışarıya vurmaya can atıyorlar. meğer ben ne büyük nimetmişim onlara.

böyle gidecekse bu sene, çok fena.

dimağınız kurumuş.

11 Eylül 2008 Perşembe

Son perde...

3 gün sonra, son senemize başlıyoruz. Duygulu bir şey mi, sevinçli mi, hüzünlü mü, bilmiyorum. Bir anda kucak dolusu anı yığılıveriyor önüme dönüp geriye bakınca. Aslında bunu söylemek için hala çok erken. Hala bir 8 ay var önümüzde, hala toplanacak bir kucak dolusu anı daha var.

Bir çok şeyinde şikayet ettik bu okulun. Hocalardan, derslerden, lablardan, projelerden, ödevlerden vs. Şu yanı iyi değil, bu yanı kötü, böyle berbat iş olmaz, böyle saçma iş olmaz, şurda daha iyiymiş, burda harikaymış dedik, bir çok şey için, bir çok zaman. Evet yanlış değil bunlar. Çok fazla eksisi var bu okulun. Çok daha iyi örnekler var duyduğumuz. Çok şeye imreniyoruz, çok şeye özeniyoruz. Çok şeyi eleştiriyoruz.

Kötü bir okul itü, berbat bi yer, ömrümüzü tüketti, saçlarımız döktü, tamam belki sadece benim saçlarımı döktü. Peki bunca yıl boyunca bu okuldan geçip gidenler, her şeyden menundu da, bir tek biz mi yaşıyoruz bu sorunları?

Ne kadar şikayet edersek edelim, bundan sadece 2 sene sonra, yani mezun olduktan sadece bir sene sonra, buluştuğumuzda, görüştüğümüzde, aklımıza bu sorunların hiç biri gelmeyecek. Aklımıza güzel günler güzel anılar gelecek. Güleceğiz, gülmekten çatlayacağız, inleyeceğiz gülmekten. Dalga geçeceği ağladığımız zamanlarla, gerildiğimiz, baygınlıklar geçirdiğimiz, midemizin bulandığı zamanlarla. Sınavdan korktuğumuz, bin lanet edip, son dakikalarda yetiştirmeye çalıştığımız lab raporlarını, şimdi gülerek hatırlayacağız. Sabahlara kadar uyutmayan, uykumuzdan, neşemizden eden sınavları, final dönemlerini, yorgunluklarla sıkıntılarla, üzüntülerle değil, o uykusuz zamanlarda yaptığımız saçma sapan abukluklarla hatırlayacağız, dalga geçeceğiz, evet belki sadece ben dalga geçeceğim.

Birbirimizin karakteristik anlarını hatırlayacağız. Ama belki de bu anlar, o anı yaşarken nefret ettiğimiz anlar olacak. Ancak bütün bu nefret dolu anlar, sadece güzelliklerle çıkacak karşımıza. Ne kadar sevmezsek sevmeyelim bu okulu, ne kadar kızarsak kızalım bu bölüme, ne kadar eleştirirsek eleştirelim hocaları, nolursa olsun, biz İTÜ'lüyüz, ve kendimizi sadece bu şekilde hatırlayacağız. Bu kadar sevmediğimiz bu yeri, bizim olduğu için kendimize övgü kaynağı yapacağız. Buluşup bir yerlerde oturduğumuzda, yüksek sesle konuşacağız belki, hem duysun etraftakiler mezun olduğumuzu, mühendis olduğumuzu, ve hatta belki İTÜ'lü olduğumuzu duysunlar isteyeceğiz. Övüneceğiz kendimizle, belki içten içe hala övünmeyi haketmediğimiz, bu okulun övülmeyi haketmediğini düşünerek. Ama içimizdeki o sesler ne kadar karşı koyarsa koysun, biz farkedeceğiz ki, en sevmediğimiz yanlarını bile sahiplendik biz bu okulun. Her şeyini, her köşesini, her kişisini sahiplendik. Her bir parçasını bizim yaptık, biz yaptık.

İnkar etmenin bir faydası olmayacak bundan 2 yıl sonra. Zaten kimin inkar etmeye takati kalacak, o kadar özledikten sonra. Sevilmeyen şeyler de özlenir. Ama sevilmeyen şeyler, zamanla sevildiği için özlenir. Ben şimdi de çok seviyorum okulumu, herkesi çok seviyorum. O zaman da çok seveceğim. Şimdi sevmeyenler de çok sevecekler o zaman. Daha iki gün önce atlattığımız kayıt günlerini özleyeceğiz her eylülde. Ancak her eylülde, elimizde sadece anılar kaldığında, mesela benim her ders seçme dönemi yaptığımı saçmalıklar ve bunları düzeltmek için günlerce koşuşturduğum zamanlar, gelecek aklımıza. Yahu yine olsa, yine bir pazartesi otursak bilgisayar başında, heyecanla dakikaları saysak da, gelse çatsa o an, otomasyona lanetler okusak diyeceğiz.

ÖSS sonuçları belli olup da tercihler zamanı geldiğinde, İTÜ'den emekli bir profesöre gitmiştik babamla. İTÜ'yü anlatacaktı bana, beğenirsem yazacaktım. Bana o zaman demişti ki, İTÜ mükemmel değildir. Çok sorunları vardır, hantaldır, eskidir, geleneklerden kopmakta zorlanır, yenilikler geç gelir. Bunun gibi bir çok sorun vardır. Ama İTÜ'nün en güzel yanı, İTÜ'lülerdir. Birbirlerini severler, kollarlar, kaybetmezler, sıkı sıkı tutarlar. İTÜ'lülük kavramı önemlidir, yerleşiktir, okulu seven ya da sevmeyen her İTÜ'lü de, İTÜ'lülük bilinci vardır. Hatta bir kısmı fanatiktir. Damarını kessen İTÜ akar kollarında. Böyle anlatmıştı bana. Bakın, akademik hiç bir şey anlatmamıştı, sadece eleştirmişti. O zaman saçma gelmişti, bana ne bundan, iyi işte güzel birbirlerin kolluyorlarsa, iş bulmak kolay olur demiştim. Şimdi aradan 3 yıl geçti, ve mezun olup gitmemize 1 yıl kaldı. Şimdi çok iyi anlıyorum. Çok iyi anlıyorum İTÜ'lülük nedir, şimdi anlıyorum bu nasıl bir histir, şimdi anlıyorum İTÜ'lüler birbirlerini nasıl severler, nasıl tutarlar.

Şimdi iyi biliyorum İTÜ'lülük kavramını ve o emekli profesörü çok iyi anlıyorum, bunun bazen akademik başarıdan da neden daha önemli olduğunu.

Dönüp dolaşıp geldiğim yer, hepinizi çok seviyorum, çünkü İTÜ'lüyüm, İTÜ'lüyüm, çünkü hepinizi çok seviyorum....

8 Eylül 2008 Pazartesi

KayıT

Selam Millet,

Bir kayıt gününü daha acısıyla tatlısıyla atlatmaktayız. Son sınıf olduk hala kontenjan sorunu yaşıyoruz ya ben daha bişey demiycem bu okula...

Artık Pazartesi günü hasret bitiyor toplanırız yine, ben bu arada aklıma gelen bikaç şeyi yazıvereyim dedim. Öncelikle networkçü olan arkadaşlara "Empati" adlı kitabı okumalarını tavsiye ediyorum, hatta herkese tavsiye ediyorum. Sıkılmaktaysanız çok güzel zaman geçirtiyor. Ayrıca içinde geçen 1-2 tane komutu anlayabiliyor olmak da büyük keyif veriyor insana, aynı yazarın "Olasılık" adlı kitabı da hiç fena değil. Bunun dışında Tübitak stajında mühendis abilerimizin tavsiye ettiği bir kitap var, Oğuz Atay'ın "Bir Bilim Adamının Romanı" isimli kitabı. Kütüphanemize ismi verilen Mustafa İnan'ın hayatını anlatıyormuş ve bu kitabı okumayan bir mühendis olmamalı dediler. Aklınızda olsun, ben 1-2 güne başlıycam okumaya merak edenlere olumlu veya olumsuz yorumlarımı yapabilirim.

Bunun dışında, aklımdaki uzun vadede olan bir etkinlik planından bahsedeyim. 17 Ekim'de MFÖ konseri var. İstanbul'da ölmeden önce yapılması gereken 101 şeyden biri midir bilmiyorum ama ben MFÖ konserine gitmezsem gözüm açık gidicem..

Neyse, öyle işte.. Yazıyım, paylaşayım dedim. Zamanla daha aktif kullanmayı da öğreniriz heralde bu blogu. Hepinizin gözlerinden hasretle öper, sevgiyle kucaklarım arkadaşlarım.. :)

3 Eylül 2008 Çarşamba

Google Chrome

Ve Google, browser piyasasına da el attı.

Bugün betasını yayınladığı browser'ının adı "Chrome".

Bir çok yenilik getiriyor.

Örneğin, açılan bir pencerede, her tab, birbirinden bağımsız virtual machine gibi çalışıyor ve böylece bir tab'da bir sorun olduğunda tüm pencere değil, sadece o tab kapatıyor.

Ve Google Chrome, tamamen açık kaynak kodlu bir ürün.

Beta sürümü olduğu için, hala çok hatası var ama, tasarımından, mimarisine, şu an bile çok çekici. Ve sadece 12 saat içinde, browser piyasasının %1'ini ele geçirdi!!!

Resmi Chrome blogu : http://blog.chromium.org/2008/09/welcome-to-chromium_02.html

Burdan bir çok link var.